Röportajı Yapan: Murat Cavlak
Bir Oluş Dergisi’nin 11. Sayısında Azerbaycan Diller Üniversitesi’nin rektörü ve Marmara Üniversitesi Rektörlük Uluslararası Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Kamal Abdulla’yı ağırlıyoruz. Kamal Abdulla; Lütfi Zade’nin ortaya koyduğu, Türkçeye “Bulanık Mantık” olarak tercüme edilen “Fuzzy Logic/Qeyri-Səlis Məntiq” üzerine yaptığı çalışmalarla tanınmaktadır. Bununla birlikte Dede Korkut Hikâyeleri hakkında çeşitli araştırmalar yaparak Türk Dünyası için önemli konular üzerinde durmuştur. Gelin kendisini dinleyelim…
1. Tanımayanlar için, Kamal Abdulla kimdir? Kendinizi kısaca nasıl tanımlarsınız?
Bu yaşa gelip çattım hâlâ da kendi kendimi iyi tanımadım. Yani senin soruna cevabım bu olabilir: Bilmiyorum. Onu kenardan bakanlar bilir.
2. Bize eğitim hayatınızdan ve deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz? Fikri hayatınızın oluşumunda kimlerin rolü vardır?
Ben Bakü’de doğdum. Bakü’de 190 Sayılı Ortaokulu bitirdim. Azerbaycan Devlet Üniversitesi’nin, zaman içerisinde Bakü Devlet Üniversitesi’nin, Teoloji Fakültesi mezunuyum. Daha sonra Moskova’da Bilimler Akademisi’nin Dilbilim Enstitüsü’nde Türk Dilleri Şubesi’nde Yüksek Lisans yapmaya gönderildim. Yüksek Lisansımı yapıp Bakü’ye döndüm ve Bilimler Akademisi’nde Türk Dilleri Şubesi’nde çalıstım. Ardından Harici Diller Üniversitesi’ne Bölüm Başkanı olarak seçilerek atandım. Slav Üniversitesine Rektörlük yaptım ve Devlet Müşaviri oldum. Multikulturalizm, Dini ve Milli Meseleler üzerine devlet müşavirliği yaptım. Daha sonra da bu üniversitenin (Azerbaycan Diller Üniversitesi) rektörlüğü nasip oldu. Arada Azerbaycan Medeniyet Fondu’nun da başkanlığını üstlendim. Şimdi de Bakü Uluslararası Multikulturalizm Merkezi’nin İdare Heyeti Başkanıyım.
Benim akrabalarımdan edebiyatçı olanlar var, Azerbaycan’da çokça tanınmış isimler. Yabancı Ülkeler Edebiyatı uzmanı olan Profesör Ali Sultanlı; Folklor Uzmanı olan Memmedhüseyn Tehmasib benim akrabalarımdır. Onların fikri hayatımın oluşmasında büyük rolü oldu. Sonra benim eniştem, Azerbaycan’ın önemli bir dilbilimi alimiydi, Ağa musa Akhundov. Başka bir eniştem Yahya Memmedov, matematikçiydi ama beni çok geliştirdi her sahada.
Ortaokulda Zerbeli Semedov’u hiç unutamıyorum. O benim esas öğretmenim oldu. Yükseköğretimde Musa Akhundov, Musa Adilov, Elövset Abdullayev, Mir Celal Paşayev gibi uzmanların adını sayabilirim. Daha sonra Moskova’da bana danışmanlık yapan hanım, Ninel Zeynel Kızı Hacıyeva. Türk Dilleri Şubesi’nde Yüksek Lisans danışmanım oldu. Bakü’ye döndüğümde Vakıf Aslanov, Mem- medağa Şireliyev ve birçok başka hocalar… Ve bir de söylemeyi hiç unutmak istemiyorum; benim öğrencilerim. Benim en büyük danışmanlarım ve en büyük hocalarım öğrencilerim oldu. Kendilerinden habersiz ben onlardan çok şey öğrendim.
3. Türkolojiye, folklora, mitolojiye ve edebiyata büyük bir ilginiz var, bu ilgiyi nasıl fark ettiniz? Bu ilgi sizi nereye götürdü?
Bunu ben maksatlı şekilde yapmadım, çünkü bu ilgi doğal ve özel şekilde benim içimde oluştu. Tahminen üniversite yıllarında Dede Korkut üzerine çeşitli çalışmalar yapmaya başladım, hocalarımdan Musa Adilov bana bu işte yol gösterici oldu. Sonra Moskova’da danışmanımla bu işi devam ettirdim. Ve ben, Dede Korkut’un daha çok bize malům olmayan, bizim bilmediğimiz giz- li taraflarına dikkat çekmeye çalıştım. “Gizli Dede Korkut” serisi adı altında silsile halinde makale ve kitaplarım yayımlandı. Şimdi de o kitapların sonuncusu üzerine çalışıyorum. Gizli Dede Korkut Yeni Manalar Arayışında..
4. Dede Korkut Hikâyeleri üzerine yaptığınız çalışmalar dünyaca biliniyor. Bu anlamda Türk Dünyasına büyük bir hizmet sunmuş oluyorsunuz. 2010 yılında “Dede Korkut Ulusal Ödülü”nü almışsınız. Peki, Dede Korkut’ta neyi fark ettiniz ve çalışmaya karar verdiniz?
Dede Korkut’ta dilimizin ve maneviyatımızın bakire, erken, bir çağı tasvir edildiğinden bu benzersiz dilin sonraki süslemelerinden önceki durumunu araştırmaya çabaladım. Bunu Dede Korkut’ta buldum. Doğrudan da Dede Korkut’ta çeşitli örnekler var ki bizi Dede Korkut devrine götürebilir, bu devir tarihi ve tarihten evvelki zamanı ihtiva eder. Ben her şeyin ilk halini araştıran biriyim; o sebeple de Dede Korkut beni maneviyatımızın, düşüncemizin, benzersiz tefekkürümüzün ilk çağlarına götürdü.
5. Peki Dede Korkut’a bakan biri neyi görmeli?
Kendisini aramalı orada. Bence doğru ararsa da bulmalıdır.
6. Üzerine çalıştığınız “Qeyri-Səlis Məntiq” daha önce karşılaştığım bir terim değildi. Türkiye Türkçesi’ne “Bulanık Mantık” olarak tercüme edilmiş. Eserlerinizden anladığım kadarıyla işin katmanlarına inmek ve iki kutbun dışına çıkmak, farklı yollar bulmak… Bunu biraz açıklayabilir misiniz?
Bakın, Bulanık Mantık’ı icat eden ve bilim sahasına sunan Azerbaycan asıllı Amerikalı alim Lütfi Zade olmuştur, bilirsiniz. Onun devamcısı ve çok yakın arkadaşı, şu anda da Azerbaycan’da yaşayan görkemli alimimiz Refik Aliyev’dir. Biz onunla bir yerde çokça bu konuda ve istikamette sohbetler ettik, fikir mübadelesinde bulunduk. Gördük ki hakikaten de Bulanık Mantık’ı Dede Korkut metnine tatbik etsek çok ilginç sonuçlara ulaşabilirdik. Bu hem dilbilimi ilmi için hem mantık ilmi için son derece faydalı olabilir.
Mesela söylediğiniz o iki kutup Aristoteles’ten gelen bir anlayıştır; yani insan ya ölüdür ya diridir. Ama Dede Korkut’ta bunun aksi fikirler var. “İnsan ne ölüdür ne diridir, o zamanlar Oğuz yiğitleri yattığında yedi gün yedi gece yatarlardı. Adına ‘Küçücük Ölüm’ derlerdi. Onları asla bu uykudan uyandırmak mümkün olmazdı.”. Bu nedir? Muasır tıp diliyle söylersek bu komadır. Yani ölü olma durumu ile diri olma durumu arasında bir de koma hali vardır. Yani bunun özü, iki kutbun arasında üçün cünün, dördüncünün olması; bizi reel alemin, ob- jektif alemin, rengarenkliğini duymaya ve dilimiz vasıtasıyla tasavvurumuzda tespit etmeye çıkarır. Bu da demokratik yanaşmanın sonucu gibi kendini gösterir. Çünkü sen iki kutuptan birini seçebilirsin; bir de birkaç varyanttan birini… Bu da meseleye, dünyaya, hadiseye, konuya demokratik yanaşmanın bir tasviridir.
Dede Korkut’ta kadim ecdadımızın primitif de olsa demokratik düşünce tarzını izlediğini bulabiliriz.
“ya… ya…” kalıbının dışına çıkıp “ne … ne …” kalıbına varmak aslında önemli bir nokta. Bunu Dede Korkut’ta görüyor olmak da önemli hir sev
Bakın, o Bulanık Mantık’ın sadece bir istikametidir. Ama biz derinden dikkat getirdiğimizde görürüz ki tefekkürümüzle, dilimizle, dünyaya bakışımızla baştan başa “Bulanık Mantık”ın içindeyiz. Aristoteles`in “Səlis Məntiq”inden biz çok dışarı çıkmışız. Yani sadece “Nasılsın?” sorusunun özü ve onun cevabı… “Kötü değilim.”, bunun kaç çaları olabilir? “Fena değilim.”, kaç çaları olabilir. “Bilmiyorum.”, yine aynı. “Nasıl görünüyorum?”. “Nasılsın?” sorusuna çoğu zaman böyle derler: “Böyle.”. Yani bunların hepsi Bulanık Mantık’ın işaretidir.
Yani biz fark etmesek de…
Biz fark etmesek de onun içindeyiz. Mesela Türk dilinde de Azerbaycan dilinde de böyle bir laf vardır: “De görüm nə deyirsən?”, “De bakalım ne diyorsun?”. Yani ben onu desem sen nasıl göreceksin? Ama diyor ki “De bakalım.”, “De görelim.”. Demek istediğini görmek istiyorlar. Buradan mitoloji dilciliğe de geçebiliriz, o anlamda da araştırmalarım var. Kadim ecdadımız söze aynı zamanda bir eşya gibi bakıyor. En azından onu eşya gibi görmeye çalışıyor. Benim dediğimi görmeye çalış, Dede Korkut’ta da var bu. “Bakalım ne diyorsun?”, şaşırıyor, “Bakalım ne söylüyorsun?”
Bütün bunlar Bulanık Mantık ve dilimizin birbirine yanaşması açısından son derece ilginç ve son derece olumlu sonuçlara getirir. Faydalı perspektifleri karşımıza koyuyor, öğrenmemizin lazım olduğu. Her bir ilim için faydalı perspektifler…
Şimdi benim yakın günlerde Marmara Üniversitesi’nde Dede Korkut ile ilgili bir panelim olacak. Adı “Aşikâr ve Gizli Dede Korkut”. Marmara Üniversitesi’nin ilgili profesörüyüm ve Marmara Üniversitesi’nin yönetimiyle görüşmelerimiz esasında üniversitede Dede Korkut Merkezi adıyla bir kurum ayarlayacağız. Ve o kurumla ilgili çalışmalar yapacağım. O sebeple de Türkiye’ye tez tez gidip geleceğim.
7. Oldukça yoğun bir ilmi hayatınız var. 200’ün üzerinde bilimsel makale ve kitabınız bulunuyor. Bunların yanında edebi yönünüz de aktif. Şiir ve hikaye kitaplarınız var, tiyatro eseriniz dahi var. Açıkçası ikisini bir arada götürmenin oldukça zor olduğunu düşünüyorum ve bunu başarabildiğiniz için sizi tebrik ediyorum. Peki, ilmi ve edebi yönünüz hayatınız boyunca beraber miydi?
Şöyle demeli: Beraberdi. Hani bunlar belki de çoğu zaman birbirlerini tamamlıyorlardı. Dede Korkut üzerine çalışırken “Gizli Dede Korkut” adı altında onun edebi ve dil yönünü öğrenirdim. Diğer taraftan romanım “Yarım Kalmış Elyazma”da Dede Korkut üzerine yazılmıştır. Orada sanki bir laboratuvarda çalışır gibiydim. Bunların birbirini tamamladığını düşünüyorum.
Benim güzel şair bir dostum var, Ramiz Rövşen. Onun benim için güzel bir sözü var, çok hoşuma gitti, “Kamal yazarken dinlenir”. Benim dinlenme zamanım yazdığım zamandır.
Hangisinin daha ağır bastığını veya üstün olduğunu söyleyemem ki.
8. Edebi eserlerinizi oluştururken nelerden etkilendiğinizi söyleyebilirsiniz?
“Yarım Kalmış Elyazma”, metin kendimden. Metin bana imkan verdi ki orada olan birçok şeyi kafamdan geçirerek onlara bir anlam vereyim. Mesela “Kitab-ı Dede Korku”ta şöyle bir şey var: “Casusun casusu casusladı.”. Nedir bu? Oğuz’da casus var. Kimse buna dikkat etmiyor. Casus kimdir? Bu casus nerede çalışır? Nerede yaşıyor? Kimin evladıdır? Bak bu düşünceler getirdi beni ve Yarım Kalmış Elyazma’yı Dede Korkut sahasına. Ama “Yarım Kalmış Elyazma” sadece Dede Korkut bölümünden ibaret değildi. Onun Şah İsmail Dönemi ile ilgili ikinci bir bölümü vardı. Şah İsmail Döneminin de kendisinin benzeri olması beni celp etti. Ben düşündüm ki belki Şair Hatâyî benzerdir, ayrı ayrı insanlar olarak. Yani böyle bir fantezinin üzerinde kuruldu.
9. Eserlerinizdeki karakterleri nasıl oluşturuyorsunuz? Felsefi derinliği nasıl veriyorsunuz?
Birinci sorunuza verdiğim cevap: Bilmiyorum. Umberto Eco, ünlü yazar, “Yarım Kalmış Elyazma”-nın İtalyanca baskısından sonra beni evine davet etti. İki saat sohbet ettik. Edebiyatla ilgili, romanla ilgili… O dedi ki, “Senin romanın celp edicidir, ama onu plajda okumak olmaz.”. Moskova’da bir ödül aldım, “Altın Delviq Ödülü”. Ödül, entelektüel nesir çabalarım için.
10. Şimdiye kadarki eserlerinizden sizi en çok yoran hangisi oldu?
Hiçbiri beni yormadı. Aksine üzerinde çalıştıklarım bana yenisini yazmak ve devam etmek için güç verdi. Çünkü ben hep derim ki “Sorudan soru doğar.”. Seraba geldiğinde başka bir serap görmüş olursun. Yunus Emre’nin sözünü ben biraz farklı şekilde söylüyorum: “Biz sözümüzü dedik, bizden sonra diyenlere selam olsun.”.
11. Bu alanda deneyimli bir isim olarak genç Türkologlara ve bu alanda çalışmak isteyenlere neleri önerirsiniz?
Kendilerini öğrenmek istiyorlarsa, milli değerlerine kıymet vermek istiyorlarsa tabii ki “Kitab-ı Dede Korkut” gibi metinlere dikkat etmek gereklidir. İkinci olarak onlara sabır ve metanet arzularım. Bunu bana hocalarımdan, bizim görkemli alimimiz Memed Cafer Caferov arzulamıştı. Sabır ve metanet….
Bir Oluş Dergisi ve okuyucuları adına teşekkür ederim.
Şərh yoxdur